Sunday, October 27, 2019

Suyunun Suyu

Bir gün Nasreddin Hoca'ya konuk gelen bir köylü, birlikte pişirip yeriz diye bir tavşan getirmiş. Birkaç hafta sonra bir adam dayanmış kapıya: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Yok!" 

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasıyım." 

Hoca adamı konuk etmiş, birlikte yiyip içmişler. 

Ertesi hafta bir başkası gelmiş: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Bilemedim!"

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasının köylüsüyüm." 

Hoca onu da konuk etmiş. 

Ertesi hafta biri daha: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Bilmem!" 

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasının köylüsünün tanıdığıyım." 

Hoca onu da konuk etmiş. 

Sofraya bir çanak sıcak su ile bir somun ekmek getirip adamın önüne bırakmış. 

"Hoca! Bu nedir?" 

Hoca çok sakin yanıtlamış: 

"Hani o bana getirilen o tavşan var ya, işte bu o tavşanın suyunun suyunun suyudur..."

At Biniciliği

Bir gün Nasreddin Hoca herkesin kendi biniciliğini göklere çıkardığı bir toplulukta havaya girip başlamış:

"Filan çiftlikteydim. Kahya bir at getirdi. Huysuz, hırçın, ele avuca sığmaz bir hayvan. 

Köyün babayiğitlerinden biri binmek istedi, yanına yanaştırmadı. Bir başkası üstüne atladı, onu da savurup yere vurdu. Bir başkası geldi, o da binemedi. Baktım ki kimse binemeyecek, ben de o zaman gencim; eteklerimi belime doladım, kollarımı sıvadım, hayvanın yelesinden tutup..."

Tam bu sırada adını andığı çiftliğin kahyası girmiş kapıdan içeri. 

Hoca bir yutkunmuş. 

"Ben de binemedim..." demiş.

Kazan

Bir gün Nasrettin Hoca komşusunun kazanını ödünç almış, işini görüp geri götürürken de, içine bir tencere koymuş. 

Komşusu sormuş: "Hoca! Bu tencere nedir?" 

"Yavrusu!" demiş Hoca. "Kazanınız doğurdu." 

Adam hiç sesini çıkarmadan, kazanla birlikte tencereyi de alıp koymuş içeri.

Bir süre sonra Hoca yine komşusunun kazanını ödünç almış. Ama üstünden epeyce zaman geçtiği halde, kazan bir türlü geri gelmezmiş. 

Bir gün komşusu, "Hoca! Bizim kazan ne oldu? Niye geri getirmezsin?" diye soracak olmuş. 

Hoca üzgün, "Hiç sorma komşu," demiş. "Kazan sizlere ömür." 

"Aman Hoca! Hiç kazan ölür mü?" 

Hoca adamın yüzüne hayretle bakmış: "Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne mi inanmıyorsun!"

Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?

Bir gece Nasreddin Hoca'nın ahırına girip eşeğini çalmışlar. 

Ertesi gün çarşıda önüne gelene yana yakıla bu olayı anlatarak dolaşan Hoca'nın çok üzüldüğünü görenler bir takım öğütler vermeye başlamış: 

"İyi ama Hoca Efendi, ahırın kapısına sağlam bir kilit takman gerekmez miydi?" 

"En başta kapıyı sağlam yapmalıydın. Dokunsan kilidiyle birlikte parçalanacak uyduruk tahtadan kapı ne işe yarar?" 

"İnsan bahçesinin duvarını biraz yüksekçe ördürmez mi?" 

"Ah Hoca! Uyuyor muydun, yoksa ölmüş müydün? Nasıl duymadın? Adam, koca hayvanı cebine koyup gitmedi ya!" 

"Her şeyden önce malına göz kulak olmayı bileceksin."

Hoca dinlemiş, dinlemiş, sonra "Efendiler, pek doğru söylüyorsunuz," demiş. "Eşeği geri getirmeseler de hepsi doğru sözler. Ama bütün kabahat bende mi? Hırsızın hiç suçu yok mu?"

Parayı Veren Düdüğü Çalar

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğine binmiş kente giderken, çocuklar yolunu kesip nereye gittiğini sormuşlar.

"Pazara," demiş Hoca. 

Bunun üzerine çocuklar bağrışarak kendilerine pazardan düdük getirmesini istemişler: 

"Hoca! Bana pazardan bir düdük al!" 

"Bana da..." 

"Bana da..." 

Ama içlerinden yalnızca biri, Hoca'ya düdük almaşı için para vermiş. 

Dönüşte Hoca'yı karşıdan gören çocuklar hemen koşup çevresini sarmışlar: "Hoca! Düdüklerimizi getirdin mi?" 

Hoca cebinden bir tek düdük çıkarıp parayı veren çocuğa uzatırken, ötekilere, "Kusura bakmayın çocuklar," demiş. "Parayı veren düdüğü çalar!"

Bir Avuç Arpa

Bir kış Nasreddin Hoca çok fakirleşmiş. "Eşeğin arpa giderini biraz azaltsam olur mu?" diye düşünmeye başlamış. 

Bir süre her zaman verdiği yemden bir avuç daha az vermiş. Bakmış eşekte bir değişiklik yok. 

Bir avuç daha eksiltmiş. Eşek gene o eşek. 

Böyle böyle arpayı yarıya kadar indirmiş. Hayvan biraz durgunlaşmışsa da, başka bir terslik olmamış. 

Bir-iki ay sonra yemi yarıdan da aşağı inince, eşeğin durgunluğu mahzunluğa dönüşmüş. Sürekli yatmak istiyormuş. 

Sonunda arpa bir avuca inmiş.

"Tamam, başardım!" diye sevinen Hoca bir sabah ahıra girmiş ki, eşek sizlere ömür. 

"Tüh!" demiş. "Hayvan tam alışıyordu, ömrü yetmedi..."

Eşeklik Etme

Bir gün Nasreddin Hoca'nın eşeği ölmüş. 
Karısı, "Hoca! Biz eşeksiz yapamayız? Haydi git pazardan bir eşek al!" diyerek eline altı kuruş vermiş.

Hoca gidip pazardan aldığı yeni eşeğinin yuları elinde, ölen eski eşeğiyle yaşadığı hatıraları düşünerek dalgın dalgın eve dönerken, yoldan geçen iki hırsız onun bu kendi dünyasına kapanık halinden yararlanmayı tasarlamışlar. 

Biri usulca hayvanın boynundaki yuları çıkanp kendi boynuna geçirmiş, öbürü de eşeği önüne kattığı gibi doğru pazara geri götürmüş. Kaça satarsa parasını aralarında paylaşacaklarmış. 

Hoca evinin önüne gelip de arkasına dönünce bakmış, eşek yerine boynunda yularla bir adam duruyor karşısında. Ne diyeceğini şaşırmış: 

"Haydaa! Sen kimsin?" diye sormuş.

Adam başlamış anlatmaya: 

"Efendim! Ben anama büyük bir eşeklik etmiştim. Kadıncağız aşırı derecede üzülmüş, 'Dilerim Allah'tan, eşek olasın!' diye bana sinirlenmişti. İşte ben o anda eşek oldum. Pazarda gelip siz satın alana kadar da eşek olarak çok çile çektim. Şimdi sizin onurunuzla birdenbire yine insan oluverdim. Yalvarırım, beni bağışlayın! Azat edin!"

Hoca adama acıyıp boynundan yuları çıkarmış, uzun uzun öğüt vermiş, bir daha annesini üzmemesini söyleyerek salıvermiş. 

Ertesi gün cebine bir altı kuruş daha koyup pazara gittiğinde ise, bakmış, bir gün önce satın alıp bağışladığı eşek orada duruyor.

Hoca hemen gidip hayvanın kulağma eğilmiş, " Hey gidi köftehor!" demiş. "Daha dün sana o kadar öğüt verdim. Belli ki sözümü dinlemeyip yine bir eşeklik etmişsin."

Eşek Kimindir

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş. Ararken bir bakmış adamın biri hayvanı önüne katmış gidiyor. 

"Arkadaş! Bu benim eşeğim," diye önünü kesmiş Hoca. 

"Nereden belli senin eşeğin olduğu? Vermem!" demiş adam. 

Senindir benimdi derken, Kadı'nın karşısında bulmuşlar kendilerini. Hoca eşeğini istemiş.

Adam "Eşek benimdir! Vermem!" demiş. 

Kadı sormuş: "Eşek kimin elindedir?" 

Adam demiş: "Benim elimdedir." 

Kadı bu kez Hoca'ya dönmüş: "Eşeğin bir nişanı var mı? Senin olduğunu nereden bilelim?" 

Hoca, "Benim eşeğim okuma bilir," demiş. "Önüne kitap koyarız, okuyamazsa benim değildir." 

Kadı öneriyi uygun bulmuş. Adam zaten eşeğin okuma bilemeyeceğine emin kabul etmiş. Eşeğin önüne bir kitap konmuş, hep birlikte uzaktan izlemeye koyulmuşlar. 

Eşek önündeki kitabın sayfalarını diliyle tek tek açıp aralarına baktıktan sonra anırmaya başlamış. Kadı bunun üzerme eşeği Hoca'ya vermiş. 

Meğer Hoca bu oyundan pek hoşlanırmış: Bir kitabın sayfaları arasına arpa koyar, eşek de diliyle sayfaları çevirip aradaki arpaları yermiş. Hayvan önünde kitabı görünce yine öyle sanmış. Ama bakmış ki arpa yok. Anırması arpa bulamamanın öfkesindenmiş.

Eşeğin Sözü

Günün birinde bir komşusu Nasreddin Hoca'dan eşeğini istemeye gelmiş. Komşuları böyle sürekli gelip hayvanı ister, üstelik de zor işlere koşarlarmış. 

Eşeğini vermek istemeyen Hoca "Eşek evde yok, suya gitti" demiş.

Tam bu sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. 

"Behey Hoca!" demiş adam. "Eşek evde yok diyorsun, ama bak içeriden sesleniyor." 

Hoca terslemiş: "Komşum, sen benim sözüme inanmıyorsun da, eşeğin sözüne mi inanıyorsun?"

Eşeğe Şükretmek

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş. Bir yandan ararken bir yandan da şükrediyormuş.

"Hoca! Niye şükrediyorsun ki?" diye sormuşlar. 

"Üstünde olmadığıma şükrediyorum," demiş. "Üstünde olsaydım ben de onunla birlikte kaybolacaktım."

Cennetten Bir Köşe

Bir yaz günü Nasreddin Hoca ile dostları suyu, ağacı, meyvesi bol, renk renk çiçekler içinde, cennet gibi bir köye gitmişler. Yiyip içmiş, mutlu bir gün geçirmiş, dönme zamanı geldiğinde ise, bu güzel yerden ayrılmak istememişler. 

İçlerinden biri "birkaç gün daha kalalım. Baklavası böreği benim üzerime" demiş. 

Bir başkası "kuzu dolması benim üzerime" diye eklemiş. 

Ötekiler de atılmışlar: 

"Zeytinyağlı yaprak sarması benim üzerime."

"Salatası, peyniri, biberi, domatesi benim üzerime." 

"İnciri, üzümü, karpuzu, bütün meyveleri benim üzerime." 

Hoca mutluluktan uçuyormuş: "Bu şölen üç gün değil, üç ay bile sürse buradan bir yere ayrılırsam hepinizin günahı da benim üzerime..."

Kandil Işığı

Bir gün Nasreddin Hoca'nın komşuları bir araya gelip ona bir oyun oynamaya karar vermişler Bir bahse girecek, sonunda hocaya kaybettirip kendilerine bir kuzu ziyafeti çektireceklermiş. Kışın en soğuk günleriymiş. Kolayca yaparım zanedip de yapamayacağı bir şey düşünmüşler.

"Hoca!" demişler. "Gel seninle bir bahse tutuşalım. Bu gece soğuk ayazda, sabaha kadar hiçbir ısı kaynağından yararlanmadan dışarıda dikilip duracaksın. Biz sıcacık evlerimizden seni gözleyeceğiz. Başarırsan kuzu ziyafeti bizden, başaramazsan senden. Var mısın?" 

"Biz ne soğuklar gördük!" demiş Hoca. "Yoksula ayaz vız gelir. Hazırlayın kuzuyu..." 

Gerçekten de sabaha kadar dışarıda gösterilen yerde dikilip durmuş. Sabah da ziyafeti kazanmanm neşesi içinde güle oynaya gelmiş yanlarına. 

"Anlat Hoca! Nasıl geçti gece?" demişler. 

Anlatmaya başlamış: "Her yer kar beyazdı. Ağaç dallarını kıracak gibi sallayan fırtınanın sesinden başka hiçbir ses yoktu. Işık dersen, dört-beş kilometre ötedeki bir kandilden başka bir şey görülmüyordu."

Hep birlikte itiraz etmişler. "Biz seni dürüst sanıyorduk! Meğer kandil ışığında bir güzel ısınmışsın!.."

Gürültü patırtı derken sonunda Hoca'nın haksız olduğuna ve kilometrelerce ötedeki kandilden ısındığı için ziyafeti üstlenmek zorunda olduğuna karar verilmiş. 

Komşular Hoca'nın evine doluşmuşlar, şakalaşmalar, takılmalar, her şey yolunda... Ama kuzu bir türlü gelmiyormuş.

"Hoca? Kuzu ne oldu?"

"Pişiyor..."

Bir saat, iki saat derken, bütün komşular mutfağa gitmişler. Hoca mutfağın arkasındaki avludaymış. Bir ağacın yüksekçe bir dalına kocaman bir kazan asmış, altına yere bir kandil koymuş, köşeden ışığı izliyormuş. 

"Hoca!" demişler. "Bunca adamı açlıktan kırdın geçirdin! Nedir bu? Ne yapıyorsun? Kuzu nerede?"

"Nerede olacak! Kazanın içinde. Pişmesini bekliyorum..."

Adamlar hem şaşkın hem de öfkeli, "Hoca! Sen ne diyorsun" diye çıkışmışlar. "Alay mı ediyorsun. Gökyüzüne bir kazan asmış, altına metrelerce uzağa bir kandil yakmış, yemeği pişirmesini bekliyorsun."

Hoca bunu siz mi söylüyorsunuz dercesine bakmış ve demiş ki "Gece beni kilometrelerce mesafeden ısıtan kandil birkaç metreden şu küçücük kuzuyu mu ısıtamayacak!"