Thursday, April 7, 2022

Ata binerken

 Bir kazazede mahkemeye çıkarılmış. Hakim durumu anlamak için sormuş:

"Beyefendi, şimdi şikayetçisiniz ama olay anında yanınıza gelen polis memuruna 'gayet iyiyim hiçbir sıkıntım yok' demişsiniz. Bu durumu nasıl açıklayacaksınız?"

Kazazede başlamış anlatmaya:

"Sayın hakim, o gün atıma binmiş gidiyordum. Bu kişinin sürdüğü kamyon hızla gelip bize çaptı. Ben bir yana fırladım, atım diğer yana. Hemen sonra bir polis memuru durumu görüp geldi. Atım çok kötü yara almıştı, anırıp inliyordu. Polis memuru yanına gitti, silahını çıkarıp atımı vurdu. Ardından yanıma gelip, silahı halen elindeyken 'Atınız çok kötü yaralıydı, onu vurmak zorunda kaldım. Peki siz nasıl hissediyorsunuz?' diye sordu. Afedersiniz ama, böyle bir durumda, siz nasıl bir yanıt verirdiniz?"

Yanlış Anlaşılma

Adamın biri Maldivler'de bir otele girip yerleşir. Ortam çok sıcaktır. Odasına yerleşip duşunu aldıktan sonra ertesi gün gelecek olan eşine bir elektronik posta gönderir.

Ancak e-posta adresini yanlış yazar. E-posta adamın karısı yerine eşi yeni ölmüş bir kadına gider. Kadın e-postayı okuduğu anda bayılıp yere yığılır ve hastaneye yatırılır. Çünkü e-posta şu şekildedir:

"Canım karım, yeni ulaştım ve ikimiz için de kayıt yaptırdım. Seni şimdiden çok özledim. Neyse ki yarın senin de buraya gelmen için tüm hazırlıklar tamam.

Ama dikkat et, burası cehennem sıcağı..."

Nasıl Zengin oldum?

Ülkenin en zenginlerinden yaşlıca bir iş adamıyla röportaj yaparken gazeteci sorar:

- "Efendim, bize bu serveti nasıl oluşturduğunuzu anlatır mısınız?"

Adam başlar hayat hikayesini özetlemeye:

- "Kurtuluş Savaşı'nın yeni bittiği dönemlerde gençtim. Cebimde birkaç kuruştan başka bir şey yoktu. Cebimdeki 5 kuruş ile gittim pazardan bir elma aldım. Elmayı parlattım, 10 kuruşa sattım. Böylece 5 kuruş kar ettim. Ertesi sabah, 10 kuruş karşılığında 2 adet elma aldım. Onları da parlatıp tanesi 10'ar kuruşa sattım. Böyle böyle devam ettim. Bir kasa elma aldım, parlatıp güzel gösterip iki katı fiyata sattım. Çok uzun bir süre bu şekilde devam ettim. Üç ay sonra elimde tam 300 lira para birikmişti. Tam o sırada eşimin eski sadrazam büyük dedesi öldü ve bize 10 milyon lira miras bıraktı..."

Sunday, October 27, 2019

Suyunun Suyu

Bir gün Nasreddin Hoca'ya konuk gelen bir köylü, birlikte pişirip yeriz diye bir tavşan getirmiş. Birkaç hafta sonra bir adam dayanmış kapıya: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Yok!" 

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasıyım." 

Hoca adamı konuk etmiş, birlikte yiyip içmişler. 

Ertesi hafta bir başkası gelmiş: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Bilemedim!"

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasının köylüsüyüm." 

Hoca onu da konuk etmiş. 

Ertesi hafta biri daha: 

"Hoca, beni bilir misin?" 

"Bilmem!" 

"Sana tavşan getiren var ya, işte onun akrabasının köylüsünün tanıdığıyım." 

Hoca onu da konuk etmiş. 

Sofraya bir çanak sıcak su ile bir somun ekmek getirip adamın önüne bırakmış. 

"Hoca! Bu nedir?" 

Hoca çok sakin yanıtlamış: 

"Hani o bana getirilen o tavşan var ya, işte bu o tavşanın suyunun suyunun suyudur..."

At Biniciliği

Bir gün Nasreddin Hoca herkesin kendi biniciliğini göklere çıkardığı bir toplulukta havaya girip başlamış:

"Filan çiftlikteydim. Kahya bir at getirdi. Huysuz, hırçın, ele avuca sığmaz bir hayvan. 

Köyün babayiğitlerinden biri binmek istedi, yanına yanaştırmadı. Bir başkası üstüne atladı, onu da savurup yere vurdu. Bir başkası geldi, o da binemedi. Baktım ki kimse binemeyecek, ben de o zaman gencim; eteklerimi belime doladım, kollarımı sıvadım, hayvanın yelesinden tutup..."

Tam bu sırada adını andığı çiftliğin kahyası girmiş kapıdan içeri. 

Hoca bir yutkunmuş. 

"Ben de binemedim..." demiş.

Kazan

Bir gün Nasrettin Hoca komşusunun kazanını ödünç almış, işini görüp geri götürürken de, içine bir tencere koymuş. 

Komşusu sormuş: "Hoca! Bu tencere nedir?" 

"Yavrusu!" demiş Hoca. "Kazanınız doğurdu." 

Adam hiç sesini çıkarmadan, kazanla birlikte tencereyi de alıp koymuş içeri.

Bir süre sonra Hoca yine komşusunun kazanını ödünç almış. Ama üstünden epeyce zaman geçtiği halde, kazan bir türlü geri gelmezmiş. 

Bir gün komşusu, "Hoca! Bizim kazan ne oldu? Niye geri getirmezsin?" diye soracak olmuş. 

Hoca üzgün, "Hiç sorma komşu," demiş. "Kazan sizlere ömür." 

"Aman Hoca! Hiç kazan ölür mü?" 

Hoca adamın yüzüne hayretle bakmış: "Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne mi inanmıyorsun!"

Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?

Bir gece Nasreddin Hoca'nın ahırına girip eşeğini çalmışlar. 

Ertesi gün çarşıda önüne gelene yana yakıla bu olayı anlatarak dolaşan Hoca'nın çok üzüldüğünü görenler bir takım öğütler vermeye başlamış: 

"İyi ama Hoca Efendi, ahırın kapısına sağlam bir kilit takman gerekmez miydi?" 

"En başta kapıyı sağlam yapmalıydın. Dokunsan kilidiyle birlikte parçalanacak uyduruk tahtadan kapı ne işe yarar?" 

"İnsan bahçesinin duvarını biraz yüksekçe ördürmez mi?" 

"Ah Hoca! Uyuyor muydun, yoksa ölmüş müydün? Nasıl duymadın? Adam, koca hayvanı cebine koyup gitmedi ya!" 

"Her şeyden önce malına göz kulak olmayı bileceksin."

Hoca dinlemiş, dinlemiş, sonra "Efendiler, pek doğru söylüyorsunuz," demiş. "Eşeği geri getirmeseler de hepsi doğru sözler. Ama bütün kabahat bende mi? Hırsızın hiç suçu yok mu?"

Parayı Veren Düdüğü Çalar

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğine binmiş kente giderken, çocuklar yolunu kesip nereye gittiğini sormuşlar.

"Pazara," demiş Hoca. 

Bunun üzerine çocuklar bağrışarak kendilerine pazardan düdük getirmesini istemişler: 

"Hoca! Bana pazardan bir düdük al!" 

"Bana da..." 

"Bana da..." 

Ama içlerinden yalnızca biri, Hoca'ya düdük almaşı için para vermiş. 

Dönüşte Hoca'yı karşıdan gören çocuklar hemen koşup çevresini sarmışlar: "Hoca! Düdüklerimizi getirdin mi?" 

Hoca cebinden bir tek düdük çıkarıp parayı veren çocuğa uzatırken, ötekilere, "Kusura bakmayın çocuklar," demiş. "Parayı veren düdüğü çalar!"

Bir Avuç Arpa

Bir kış Nasreddin Hoca çok fakirleşmiş. "Eşeğin arpa giderini biraz azaltsam olur mu?" diye düşünmeye başlamış. 

Bir süre her zaman verdiği yemden bir avuç daha az vermiş. Bakmış eşekte bir değişiklik yok. 

Bir avuç daha eksiltmiş. Eşek gene o eşek. 

Böyle böyle arpayı yarıya kadar indirmiş. Hayvan biraz durgunlaşmışsa da, başka bir terslik olmamış. 

Bir-iki ay sonra yemi yarıdan da aşağı inince, eşeğin durgunluğu mahzunluğa dönüşmüş. Sürekli yatmak istiyormuş. 

Sonunda arpa bir avuca inmiş.

"Tamam, başardım!" diye sevinen Hoca bir sabah ahıra girmiş ki, eşek sizlere ömür. 

"Tüh!" demiş. "Hayvan tam alışıyordu, ömrü yetmedi..."

Eşeklik Etme

Bir gün Nasreddin Hoca'nın eşeği ölmüş. 
Karısı, "Hoca! Biz eşeksiz yapamayız? Haydi git pazardan bir eşek al!" diyerek eline altı kuruş vermiş.

Hoca gidip pazardan aldığı yeni eşeğinin yuları elinde, ölen eski eşeğiyle yaşadığı hatıraları düşünerek dalgın dalgın eve dönerken, yoldan geçen iki hırsız onun bu kendi dünyasına kapanık halinden yararlanmayı tasarlamışlar. 

Biri usulca hayvanın boynundaki yuları çıkanp kendi boynuna geçirmiş, öbürü de eşeği önüne kattığı gibi doğru pazara geri götürmüş. Kaça satarsa parasını aralarında paylaşacaklarmış. 

Hoca evinin önüne gelip de arkasına dönünce bakmış, eşek yerine boynunda yularla bir adam duruyor karşısında. Ne diyeceğini şaşırmış: 

"Haydaa! Sen kimsin?" diye sormuş.

Adam başlamış anlatmaya: 

"Efendim! Ben anama büyük bir eşeklik etmiştim. Kadıncağız aşırı derecede üzülmüş, 'Dilerim Allah'tan, eşek olasın!' diye bana sinirlenmişti. İşte ben o anda eşek oldum. Pazarda gelip siz satın alana kadar da eşek olarak çok çile çektim. Şimdi sizin onurunuzla birdenbire yine insan oluverdim. Yalvarırım, beni bağışlayın! Azat edin!"

Hoca adama acıyıp boynundan yuları çıkarmış, uzun uzun öğüt vermiş, bir daha annesini üzmemesini söyleyerek salıvermiş. 

Ertesi gün cebine bir altı kuruş daha koyup pazara gittiğinde ise, bakmış, bir gün önce satın alıp bağışladığı eşek orada duruyor.

Hoca hemen gidip hayvanın kulağma eğilmiş, " Hey gidi köftehor!" demiş. "Daha dün sana o kadar öğüt verdim. Belli ki sözümü dinlemeyip yine bir eşeklik etmişsin."

Eşek Kimindir

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş. Ararken bir bakmış adamın biri hayvanı önüne katmış gidiyor. 

"Arkadaş! Bu benim eşeğim," diye önünü kesmiş Hoca. 

"Nereden belli senin eşeğin olduğu? Vermem!" demiş adam. 

Senindir benimdi derken, Kadı'nın karşısında bulmuşlar kendilerini. Hoca eşeğini istemiş.

Adam "Eşek benimdir! Vermem!" demiş. 

Kadı sormuş: "Eşek kimin elindedir?" 

Adam demiş: "Benim elimdedir." 

Kadı bu kez Hoca'ya dönmüş: "Eşeğin bir nişanı var mı? Senin olduğunu nereden bilelim?" 

Hoca, "Benim eşeğim okuma bilir," demiş. "Önüne kitap koyarız, okuyamazsa benim değildir." 

Kadı öneriyi uygun bulmuş. Adam zaten eşeğin okuma bilemeyeceğine emin kabul etmiş. Eşeğin önüne bir kitap konmuş, hep birlikte uzaktan izlemeye koyulmuşlar. 

Eşek önündeki kitabın sayfalarını diliyle tek tek açıp aralarına baktıktan sonra anırmaya başlamış. Kadı bunun üzerme eşeği Hoca'ya vermiş. 

Meğer Hoca bu oyundan pek hoşlanırmış: Bir kitabın sayfaları arasına arpa koyar, eşek de diliyle sayfaları çevirip aradaki arpaları yermiş. Hayvan önünde kitabı görünce yine öyle sanmış. Ama bakmış ki arpa yok. Anırması arpa bulamamanın öfkesindenmiş.

Eşeğin Sözü

Günün birinde bir komşusu Nasreddin Hoca'dan eşeğini istemeye gelmiş. Komşuları böyle sürekli gelip hayvanı ister, üstelik de zor işlere koşarlarmış. 

Eşeğini vermek istemeyen Hoca "Eşek evde yok, suya gitti" demiş.

Tam bu sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. 

"Behey Hoca!" demiş adam. "Eşek evde yok diyorsun, ama bak içeriden sesleniyor." 

Hoca terslemiş: "Komşum, sen benim sözüme inanmıyorsun da, eşeğin sözüne mi inanıyorsun?"

Eşeğe Şükretmek

Bir gün Nasreddin Hoca eşeğini kaybetmiş. Bir yandan ararken bir yandan da şükrediyormuş.

"Hoca! Niye şükrediyorsun ki?" diye sormuşlar. 

"Üstünde olmadığıma şükrediyorum," demiş. "Üstünde olsaydım ben de onunla birlikte kaybolacaktım."

Cennetten Bir Köşe

Bir yaz günü Nasreddin Hoca ile dostları suyu, ağacı, meyvesi bol, renk renk çiçekler içinde, cennet gibi bir köye gitmişler. Yiyip içmiş, mutlu bir gün geçirmiş, dönme zamanı geldiğinde ise, bu güzel yerden ayrılmak istememişler. 

İçlerinden biri "birkaç gün daha kalalım. Baklavası böreği benim üzerime" demiş. 

Bir başkası "kuzu dolması benim üzerime" diye eklemiş. 

Ötekiler de atılmışlar: 

"Zeytinyağlı yaprak sarması benim üzerime."

"Salatası, peyniri, biberi, domatesi benim üzerime." 

"İnciri, üzümü, karpuzu, bütün meyveleri benim üzerime." 

Hoca mutluluktan uçuyormuş: "Bu şölen üç gün değil, üç ay bile sürse buradan bir yere ayrılırsam hepinizin günahı da benim üzerime..."

Kandil Işığı

Bir gün Nasreddin Hoca'nın komşuları bir araya gelip ona bir oyun oynamaya karar vermişler Bir bahse girecek, sonunda hocaya kaybettirip kendilerine bir kuzu ziyafeti çektireceklermiş. Kışın en soğuk günleriymiş. Kolayca yaparım zanedip de yapamayacağı bir şey düşünmüşler.

"Hoca!" demişler. "Gel seninle bir bahse tutuşalım. Bu gece soğuk ayazda, sabaha kadar hiçbir ısı kaynağından yararlanmadan dışarıda dikilip duracaksın. Biz sıcacık evlerimizden seni gözleyeceğiz. Başarırsan kuzu ziyafeti bizden, başaramazsan senden. Var mısın?" 

"Biz ne soğuklar gördük!" demiş Hoca. "Yoksula ayaz vız gelir. Hazırlayın kuzuyu..." 

Gerçekten de sabaha kadar dışarıda gösterilen yerde dikilip durmuş. Sabah da ziyafeti kazanmanm neşesi içinde güle oynaya gelmiş yanlarına. 

"Anlat Hoca! Nasıl geçti gece?" demişler. 

Anlatmaya başlamış: "Her yer kar beyazdı. Ağaç dallarını kıracak gibi sallayan fırtınanın sesinden başka hiçbir ses yoktu. Işık dersen, dört-beş kilometre ötedeki bir kandilden başka bir şey görülmüyordu."

Hep birlikte itiraz etmişler. "Biz seni dürüst sanıyorduk! Meğer kandil ışığında bir güzel ısınmışsın!.."

Gürültü patırtı derken sonunda Hoca'nın haksız olduğuna ve kilometrelerce ötedeki kandilden ısındığı için ziyafeti üstlenmek zorunda olduğuna karar verilmiş. 

Komşular Hoca'nın evine doluşmuşlar, şakalaşmalar, takılmalar, her şey yolunda... Ama kuzu bir türlü gelmiyormuş.

"Hoca? Kuzu ne oldu?"

"Pişiyor..."

Bir saat, iki saat derken, bütün komşular mutfağa gitmişler. Hoca mutfağın arkasındaki avludaymış. Bir ağacın yüksekçe bir dalına kocaman bir kazan asmış, altına yere bir kandil koymuş, köşeden ışığı izliyormuş. 

"Hoca!" demişler. "Bunca adamı açlıktan kırdın geçirdin! Nedir bu? Ne yapıyorsun? Kuzu nerede?"

"Nerede olacak! Kazanın içinde. Pişmesini bekliyorum..."

Adamlar hem şaşkın hem de öfkeli, "Hoca! Sen ne diyorsun" diye çıkışmışlar. "Alay mı ediyorsun. Gökyüzüne bir kazan asmış, altına metrelerce uzağa bir kandil yakmış, yemeği pişirmesini bekliyorsun."

Hoca bunu siz mi söylüyorsunuz dercesine bakmış ve demiş ki "Gece beni kilometrelerce mesafeden ısıtan kandil birkaç metreden şu küçücük kuzuyu mu ısıtamayacak!"

Saturday, August 17, 2019

Hiç

Bir gün Nasreddin Hoca yolda giderken bir bataklığa düşmüş. 

Oradan geçen bir adam, onu balçığa gömülmüş görünce, "Seni bu bataktan kurtanrsam bana ne verirsin?" diye sormuş.


"Hiç," demiş Hoca. 


Adam hemen işe girişip, onu bataklıktan kurtarmış.

Hoca üstü başı çamur içinde, evine yönelmek üzere doğrulacak olmuş. 


"Nereye?" demiş adam. "Benim hakkımı ver, sonra git." 

"Senin hakkın nedir?" diye sormuş hoca. 

"Hiç dedin ya, onu istiyorum." diye yanıtlamış adam.

"Hiç verilir mi?" demiş hoca. 

"Elbette verilir, hakkımı isterim." diye diretmiş adam.

Hoca çaresiz kalmış: "Peki." demiş. "Benimle eve kadar gel de, vereyim..." 


Birlikte hocanın evine gelmişler. Hoca boş bir çömleği adamın önüne koymuş: 

"Elini sok çömleğe. Avcunu iyice sık. Sonra elini çıkar. Şimdi aç bak bakalım avcunda ne var?" 


Adam avcunu açıp bakmış: "Hiç!" demiş. 

Hoca lafı yapıştırmış: "İşte hakkını aldın, var git artık."

Eşek ile Yolculuk

Bir gün Nasreddin Hoca oğluyla birlikte yakınlardaki bir köye gidecekmiş. Oğlunu eşeğe bindirmiş, kendi yaya yürümeye başlamış. 


Yanlarından geçen birileri hocayı yaya, oğlunu eşeğin üstünde görünce fısıldaşmışlar: 


"Hey gidi zamane gençleri! Şuna bak! Kendi eşeğin üstüne kurulmuş, ihtiyar babası yayan yürüruyor!"


Bunu duyan oğlu, "Baba! Ben sana söyledim!" demiş. "Haydi, inatçılık etme, bin şu eşeğe! Senin yüzünden bana söz geliyor."


Hoca eşeğe binmiş, oğlu yürümeye başlamış. Biraz gitmişler, bir tanıdık bu kez Hoca'ya çıkışmış:


"Ayol senin kemiklerin kartlaşmış. Bu taze fidana acıman yok mu?" 


Bunun üzerine Hoca oğlunu da bindirmiş eşeğe. Az sonra, hayvana acıyanlar başlamışlar: 


"Bakın şu herife! Üstelik de kavuklu! Küçücük eşeğe iki kişi binmişler! Utanır insan!" 


Lafı yiyince hoca da, oğlu da eşekten inmişler. Hayvan önde, onlar arkada yürümeye başlamışlar. Karşıdan gelen birkaç kişi gülerek söylenmiş:


"Bu ne kafasızlık! Eşek önde bomboş gidiyor, bunlar yürüyorlar! Dünyada ne şaşkın insanlar var." 


Hoca artık pes etmiş. "Allahım!" demiş, "Herkesi memnun etmenin yolu yok. Bu halkın dilinden kurtulabilen varsa aşkolsun!"

Aklıma Gelmiyor

Bir gün Nasreddin Hoca mahalle mescidinde vaaz vermek için minbere çıkmış. Ama aklına söyleyecek hiçbir şey gelmiyormuş. Halkın hoca ne diyecek diye bekleşip durduğunu görünce daha da kötü olmuş, adeta dili tutulmuş. 


Sonunda, "Ey ahali! Siz benim ne kadar konuşkan bir kişi olduğumu zaten bilirsiniz," demiş. "Ama şimdi aklıma hiçbir şey gelmiyor." 


Hoca'nın oğlu bu sözleri düyunca başını kaldınp, "Baba" demiş. "Aklına hiçbir şey gelmiyorsa, oradan inmek de mi gelmiyor?"

Ünlü Olmak

Bir edebiyat heveslisi, Balzac'a yeni yazdığı romanını getirerek fikrini sorar. Balzac yapıtı okuduktan sonra şöyle konuşur:


- Yavrum, bu yapıtınız güçlü değil. Ünlü olmak için önce güçlü bir yapıt koyun ortaya. Bunu da saklayın tabii. Ünlü olunca nasıl olsa yayınlarsınız!


Friday, August 16, 2019

Rüşvet

Haşmet, Sadrazam Paşa'nın huzuruna çağrılır. Kendisi gibi başka devlet memurları da vardır huzurda. 


Paşa, memurlarına, 


- Rüşvet almadığınıza dair yemin edebilir misiniz? 


diye sorunca herkes tek tek yemin eder. 


Yalnızca Haşmet ağzını açmamıştır. 


Paşa, şaire bakar: 


- Ne o Haşmet, sen ağzını niye açmıyorsun?


Haşmet, hafif bir tebessümle yanıt verir paşaya: 


- Paşa hazretleri, yalan yere yemin edenler çatlar derler. Bekliyorum, eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim.

Sunday, May 29, 2016

Pebbles

Many years ago in a small Indian village, a farmer had the misfortune of owing a large sum of money to a village moneylender. The moneylender, who was old and ugly, fancied the farmer's beautiful daughter. So he proposed a bargain.  He said he would forgo the farmer's debt if he could marry his daughter. Both the farmer and his daughter were horrified by the proposal. 

So the cunning money-lender suggested that they let providence decide the matter. He told them that he would put a black pebble and a white pebble into an empty money bag. Then the girl would have to pick one pebble from the bag. 

If she picked the black pebble, she would become his wife and her father's debt would be forgiven. 

If she picked the white pebble she need not marry him and her father's debt would still be forgiven. 

But if she refused to pick a pebble, her father would be thrown into jail. 

They were standing on a pebble strewn path in the farmer's field. As they talked, the moneylender bent over to pick up two pebbles. As he picked them up, the sharp-eyed girl noticed that he had picked up two black pebbles and put them into the bag. 

He then asked the girl to pick a pebble from the bag. 

The girl put her hand into the moneybag and drew out a pebble. Without looking at it, she fumbled and let it fall onto the pebble-strewn path where it immediately became lost among all the other pebbles. 

"Oh, how clumsy of me," she said. "But never mind, if you look into the bag for the one that is left, you will be able to tell which pebble I picked." 

Since the remaining pebble is black, it must be assumed that she had picked the white one. And since the money-lender dared not admit his dishonesty, the girl changed what seemed an impossible situation into an extremely advantageous one. 

Saturday, April 16, 2016

Golden Rule

Remember the golden rule: 

Those that have the gold make the rules.

Colors

When do you stop at green and go at red? 



When you're eating a watermelon!

Saturday, April 28, 2012

Blonde Diary

January - Took new scarf back to store because it was too tight.
February - Fired from pharmacy job for failing to print labels....."duh".....bottles won't fit in typewriter!!!
March - Got excited.....finished jigsaw puzzle in 6 months.....box said "2-4 years!"
April - Trapped on escalator for hours.....power went out!!! May - Tried to make Kool-Aid.....8 cups of water won't fit into those little packets!!!
June - Tried to go water skiing.....couldn't find a lake with a slope.
July - Lost breast stroke swimming competition.....learned later,other swimmers cheated, they used their arms!!!
August - Got locked out of car in rain storm.....car swamped, because top was down.
September - The capital of California is "C".....isn't it??? October - Hate M & M's.....they are so hard to peel. November - Baked turkey for 4 1/2 days.....instructions said 1 hour per pound and I weigh 108!!!
December - Couldn't call 911....."duh".....there's no "eleven" button on the phone!!! What a year!!

Monday, December 12, 2011

Quiet Debate

About a century or two ago, the Pope challenged the Jewish community of Rome to a debate.

The Jews looked around for a champion who could defend their faith, but no one wanted to volunteer. It was too risky. So they finally picked an old man named Moishe who spent his life sweeping up after people to represent them. Being old and poor, he had less to lose, so he agreed. He asked only for one addition to the rules of debate. Not being used to saying very much, he asked that neither side be allowed to talk. The Pope agreed.

The day of the great debate came. Moishe and the Pope sat opposite each other for a full minute before the Pope raised his hand and showed three fingers. Moishe looked back at him and raised one finger. The Pope waved his fingers in a circle around his head. Moishe pointed to the ground where he sat. The Pope pulled out a wafer and a glass of wine. Moishe pulled out an apple. The Pope stood up and said, "I give up. This man is too good. The Jews win."

An hour later, the cardinals were all around the Pope asking him what happened. The Pope said, "First I held up three fingers to represent the Trinity. He responded by holding up one finger, to remind me that there was still one God common to both our religions. Then I waved my finger around me to show him, that God was all around us. He responded by pointing to the ground, showing that God was also right here with us. I pulled out the wine and the wafer to show that God absolves us from our sins. He pulled out an apple to remind me of original sin. He had an answer for everything. What could I do?"

Meanwhile, the Jewish community had crowded around Moishe, amazed that this old, almost feeble-minded man had done what all their scholars had insisted was impossible. "What happened?" they asked.

"Well," said Moishe, "first he said to me that the Jews had three days to get out of here. I told him that not one of us was leaving. Then he told me that this whole city would be cleared of Jews. I let him know that we were staying right here."

"And then?" asked a woman.

"I don't know," said Moishe. "He took out his lunch and I took out mine."